Monday, November 24, 2008

CORRESPONDENCE 2

I had written to Mehmet that I know Turkish. So, it was not a surprise that he wrote back to me in Turkish, saying that he was happy that I knew Turkish and that he only wished he knew Armenian. Mehmet also said that even though Istanbul was a beautiful city (since I had mentioned that in my previous email), living there was becoming harder and harder for middle and low-income class families.

Mehmet sent me two articles about Armenians who were saved. He wonders how many such cases existed at the time and, therefore, how many Armenians were thus raised as Turks and Muslims.

The first article is titled “Shush My Daughter: They are Under the Sword.” It’s written BY Umit Bayazoglu and speaks about a book by “Agos” Editorial staff member, Mayda Saris. The collection of short stories mentions encounters with Turks who are originally Armenian or are the descendants of Armenians who were Turkiified and Islamized during the Genocide of Armenians in WWI.

The second article, also By Umit Bayazoglu, is about Zara and how a Turkish military official, Binbashi (Major) Yahya, l was able to spare Armenian lives by converting them to Islam.

I wish I had the time to translate both articles into English. For the time being their Turkish originals will suffice.


Merhaba Sevgili Garabet,

Türkçe bildiğine sevindim. Keşke ben de Ermenice bilseydim. İstanbul güzel ama orta ve alt sınıflar için hayat zor. İstanbul'un tadını zenginler ve turistler çıkarır. Ben genellikle Osmanlı ve Türkiye tarihiyle ve son zamanda daha çok İttihat ve Terakki ve onun devamı olan CHP tek parti yönetimi dönemiyle ilgileniyorum.

Sana geçen sene "Birgün" gazetesinde yazılmış iki makale yolluyorum. 1915 olaylarıyla ilgili...Özellikle iki makale de tehcirden kurtulmak için Müslüman/Türk olan ermenilerle ilgili...Osmanlı Ermenilerinden kaçının bu şekilde tehcirden kurtulduğunu bilmiyoruz. Bu konuda ciddi bir araştırma yapılması gerekiyor. Bugün Türkiye'nin değişik bölgelerinde tehcirden kurtulmuş Ermenilerin soyundan gelen ve artık kendini Türk veya Kürt veya Alevi olarak tanımlayan insanlar var. Anadoluda özellikle Kayseri Erzurum Sivas Tunceli Elazığ Erzincan vb yerlerde Ermeni kimliğini ön plana çıkarmadn yaşayan bir çok Müslüman var. Bazı köylerin tamamı Ermeniyken bazı köy ve kasabalarda Türk Ermeni veya Kürt Ermeni karışık nüfus var. Bunlar nasıl karışmış bilmiyorum. Bunun dışında bir de tehcir esnasında Ermenilerin komşularına verdikleri bebek ve çocuklar var veya bazı kadın veya erkekler Türk komşularıyla evlenmiş ve Müslüman olmuş. Bunları araştırmak daha da zor çünkü çocuklar Türk olarak büyütülmüş, anlaşmalı evlilik yapanlar da Ermeni kimliklerini saklamışlar. Makaleleri umarım beğenirsin.

Görüşmek üzere,

Mehmet


KIZIM SUS, ONLAR KILIÇ ARTIĞIDIR

24 Kasım 2007 (November 24, 2007)

Ümit BAYAZOĞLU

Birgün Agos çalışanlarından Mayda Saris, 2001'den beri gazetesi için yaptığı söyleşileri bir kitapta toplamış. "İzi Kalır Hatıraların" adıyla Araş Yayınevi tarafından okura sunulan kitapta 30 söyleşi, 30 hayat hikâyesi var. Çok sayıda fotoğrafla desteklenen kitapta Ara Güler, Rafi Portakal gibi bildik isimlerin yanısıra hiç bilmediklerimiz çoğunlukta.
"İzi Kalır Hatıraların", bütünüyle bir Ermeni anılar antolojisi değil, çünkü kitapta bazı Türkler de var. Mesela Asala tarafından 1984'te Viya-na'da öldürülen diplomat Enver Ergun'un eşi Ülkü Ergun ve Kazım Karabekir'in kızı Hayat Karabekir gibi.
Mayda Saris'in izini sürdüğü hayat hikâyelerini okurken, ürünleriyle çeşitli sanat dallarına damgasını vuranların; 1915 ve öncesi Ermeni katliamlarına bizzat tanıklık edenlerin; Anadolu Ermeni kültürünün izlerini bugüne taşıyanların; bastırılmış Ermeni kimliğiyle yetişkinlik çağlarında yüzleşip ona sahip çıkanların; bireysel ve toplumsal travmaların kendi hayatlarında açtığı yaraları sanat ve insan sevgisiyle saranların; di-asporada ve Türkiye'de, ömür boyu memleket hasretiyle yanıp tutuşanların anılarına ortak olacaksınız.
Kitap Ara (Güler) babamızın şu manidar sözleriyle başlıyor: "Bu şehir niye benim
şehrimdir bilir misin? Vatan millet Sakarya için değil! Aşklarımı burada yaşamışımdır, filan köşede işemi-şimdir, şurada dayak yemişimdir, orada bir herifi dövmüşümdür. İstanbul'da geçmişim vardır, duvarlara benim kokum sinmiştir. İşte bunun adına 'vatan' denir, anladın mı?"
Ardından Türkiye'nin en uzun ömürlü tiyatro dergisi Kulis'i 50 yıldır kesintisiz olarak çıkaran Hagop Ayvaz çıkıyor karşınıza. Onu ressam Kristin Saleri'nin şu sözlerle başlayan acıklı söyleşisi takip ediyor: "Doğum yerim Silivri'ye gittim, kütüğümü buldum. Silivri'nin yarısı babamındı. Ailem kaçarken ardında büyük bir servet bırakmış. Çiftlikler, atlar, uçsuz bucaksız araziler. Tapuları hâlâ bende saklı. Yıllar önce dava açtık mülklerimizi almak için. Fakat ikinci duruşmada eşim sırtından kurşunlandı. Böyle bir saldırıya uğrayınca, tabii ki canımız daha kıymetli olduğundan işin peşini bırakmak zorunda kaldık."
Kitabın en genç konuğu Orlando Carlo Calu-meno, bir kartpostal koleksiyoncusu. Osmanlı zamanı 1895-1919 yılları arasında Anadolu'da posta kanalıyla dolanımda olan dört binden fazla kartpostal toplamış. Baba tarafında İtalyan, ana tarafından Trabzon Ermenisi olan koleksiyoncunun 17 yaşında başlayan bu merağı sonunda kitap olarak da basılmış.
Diasporadan John-Barbara Chookasian (Çu-hasızyan) çifti, atalarının müziğini keşfetmek amacıyla geldikleri özyurtlarında, kaybolmaya yüz tutmuş ya da deforme edilmiş birçok ezgiyle dönmüşler Amerika'ya. John, ana tarafından Muşlu, baba tarafından Çemişgezekli. "Binlerce yıllık bir Sivas türküsü olan Ah Nişan Ah Nı-şan'ın sözleri 'Malatya, Malatya bulunmaz eşin' olarak değiştirilmiş. Babam, dedesinin Sivas'ta bu ezgiyle dans ettiğini anlatırdı" diyen Barbara ise malum, Sivaslı.
Yine diasporadan Osep Tokat, bir Türkiye ziyaretinde Antep'e gitmiş. Girdiği bir dükkânda "buralarda Ermeni eseri bulmak mümkün mü" diye sormuş. Yaşlı bir adam ona şu karşılığı vermiş: "Hangisi Ermeni eseri değil ki?"
"Soyadınız neden Tokat" sorusuna verdiği karşılık ise şöyle: "Soyadı kanunu çıktığında, Ermenilerin eski soyadlarını almalarını yasaklamış hükümet. Nüfus memuru dedem ve babama bir liste uzatmış, kendilerine bir soyadı seçsinler diye. Onlar da 'Tokat'ı uygun görmüşler, Bu soyadıyla, yediğimiz tokatı hep hatırlarız demişler. Böylece hem annemin hem de babamın ailesi aynı soyadını almış."
Vergi rekortmeni bir işadamının eşi olan Mo-nik Ergan ise Adapazarı Ermenilerinden. Ailesi o bahtımızı karartan yıl Adapazarı'ndan Konya'ya sürülmüş. Ninesi Zaruhi Misakyan, babasını eteğinin altında saklayarak İstanbul'a kaçırmayı başarmış. Fakat o kargaşada, evli olan kızı ve torunları Konya'da kaybolmuş, bir daha onları hiç görememişler.
Bir inşaat mühendisi olan Vahe Lusarar, 1952 yılında çalıştığı şirket tarafından Anadolu'ya gönderiliyor. 10 yıl sürecek bu çalışma sırasında bir gün yolu Kayseri'ye düşer. "Kayseri'de nalburlar çarşından çivi alıyorum. Sıra fatura yazmaya geldiğinde adımı sordu dükkâncı. Ermeni olduğumu anladı, beni kolumdan tutup dışarıya sürükledi. 'Bak' dedi, 'şu dükkânları görüyor musun? Burası baştan aşağı Ermeni çarşısıdır, burada herkes Ermeni, ama kimse bilmez.'Âdeta küçük dilimi yutmuştum."
Sonraki yıllarda İzmit'e gelen, Lassa, Seka, Petkim gibi şirketlerde çalışan Vahe Lusarar.o kilise korosundan talimli sesiyle birgün banyoda şarkı söylerken, "keşfedilir". Ondan sonra İzmit'te düzenlenen tüm eğlencelerin baş solisti olur: "Artık baloların gözdesi bendim. Henüz Pavarotti ortada yokken, İzmitliler ilk kez benden dinlediler O
Sole Mio'yu.
Ressam, yazar, oyuncu, gazeteci olan Bercuhi Berberyan anlatıyor: "Kadın namaz kılıyor, bir yandan haç çıkartıyor, başı örtülü ama bayramımızı Hristos Haryav i Merelots (İsa ölülerden dirildi) diye Ermenice kutluyor. Hiç aklım almıyordu doğrusu. Annemle karşılıklı oturup sessizce kahve içerlerdi. Kendimi tuhaf hissederdim o kadının yanında, hatta ürkerdim ondan. Bize gelmesini istemezdim. 'Sus kızım sus, o kılıç artığıdır' derdi annem."
Geçen yıl televizyonda Siyaset Meydanı'na çıkan ve bir çırpıda İstanbul'un tüm iskelelerini sayarak hafızasıyla herkesi şaşırtan Hermine Kalfayan da Trabzonlu. "Güzelim Trabzon bir anda cehenneme dönmüştü. Ailecek kentten kaçıp Kaymaklı Manastırı'na sığındık, birkaç yüz Ermeni ile birlikte. Babam yabancı gemilerden biriyle kaçmayı planlıyordu. Bunun tehlikeli olduğunu düşünenler orada kaldı. Biz Trabzon'dan ayrılan son gemiye binmeyi başardık. Gemi Amerikan bayrağı çektiği için bir Türk savaş gemisi mayın dökülmüş denizde bize refakat etti. Manastırda kalanların hepsi yaşamını yitirdi ne yazık ki.


ZARA'DA BİR SÜNNET TÖRENİ

16 Haziran 2007 (16 June, 2007)

Ümit BAYAZOĞLU

Birgün, I. Dünya Savaşı başlarken Zara'da hummalı bir inşaat faaliyeti sürüyordu. Enver Paşa'nın emriyle, 4. Ordu'nun yol güzergâhı olan Zara'da askeri kışla ve lojmanlar yaptırılıyordu. İnşaat sorumlusu Binbaşı Yahya Bey, çalıştırmak üzere usta bulmakta hiç güçlük çekmedi, çünkü Zara'da o yıllar her biri yalnız civar kasabalarda değil, vilayet ötesi şöhrete sahip taşçı, duvarcı, sıvacı, demirci, dülger, çilingir, nalbant, marangoz ustalar vardı. Mesela Sahag Demirciyan demircilerin piriydi. Sıvacı Simon ya da Sığı Usta ha keza. İnce marangoz Sağır İlya ise saray atölyesinden yetişmeydi.

On binlerce kerpiç döktüler, beri yandan temeller kazılıyordu. Kağnılar taş çekiyor, duvarlar yükseliyor, koğuşlar, tavlalar, tabur-bölük, kumandanlık binaları yavaş yavaş şekilleniyordu. Bu sıra Enver Paşa yanında Hafız Hakkı ile Sarıkamış'a giderken Zara'ya uğramış, inşaatla bizzat ilgilenip çalışanlara teşekkür etmişti. İşte o gidişinde Allahûekber Dağları'nda Ruslara baskın yapmak istemiş ancak ardında go bin ölü bırakarak tatlı canını zor kurtarmıştı.

BİNBAŞI YAHYA'YA TEHCİR EMRİ

Çok sürmedi, Tehcir ilan edildi. Tekmil Ermeni tebaa yerlerinden alınıp güneyde başka yerlere yerleştirilecekti. Binbaşı Yahya, Tehcir emrini alınca açmazda kaldı; emri uygularsa inşaat duracaktı, çünkü bütün ustalar Ermeni'ydi. Fakat o zart-zurt zabitlerden değildi, hangi kuzuyu hangi çubukla süreceğini bilenlerden olduğu için bir çözüm bulmakta gecikmedi.

O gün erkenden paydos edip ustaları başına topladı. "Arkadaşlar" diye söze başladı. "Bu, hayatımın belki de en zor fikir beyanıdır. Sizinle aylardır beraberim. Nasıl sadıkane ve
mahirane çalışıp devletimizin istediğinden de âlâ abideler diktiğinize her gün şahidim. Lakin dün aldığım bir emir üzerine siz de tehcire tabisiniz. Bütün gece uyuyamadım. Şu benim size yapacağım teklifi bir başkası bana yapsa, nasıl davranır, ne tepki gösteririm diye sabahı uykusuz ettim. Eğer teklifimi kabul etmezseniz hepiniz, çocuklarınızla bire varıncaya kadar telef olacaksınız. Teklifim şudur arkadaşlar! Ben, her birinizin ağzından çok daha önceki bir tarihlerde verilmiş birer istida almış olacağım. Muameleye de bugünden itibaren koyacağım. Siz istidanızda diyorsunuz ki; Biz filan oğlu filan, bundan böyle Hıristiyanlıktan vazgeçtik, İslam'a kabulümüzü Padişahımızdan niyaz eyleriz. Bundan sonrasına siz karışmayın."

Ustalar put kesilmiş soluk almadan dinliyordu. Lafın burasında ayarlanmış gibi hep beraber "of aman" diye yürekten bir soluk boşalması oldu. Kimse kimsenin yüzüne bakmıyor, herkes eğilmiş gayri ihtiyari önündeki tozlu toprağı parmaklarıyla eşeliyordu.

O gece Sığı Usta aile meclisini topladı, kumandanın teklifini anlattı. Sabaha kadar düşündüler. Ya din değiştireceklerdi ya da yollara düşeceklerdi. Şafak atarken karar kılındı; Müslüman olacaklardı. Sığı Usta'nın annesi, "Madem öyle, İsa Efendimize son bir kez daha canı yürekten istavroz çıkaralım" dedi. Sığı Usta karısıyla anasının arkasında dua etmeye başladılar. Hep birlikte yere eğilip kalkarak elleriyle sanki ekin biçer gibi öyle bir haç çıkardılar ki, artık ömürleri bitene kadar çıkarmasalar da bu onlara yeterdi.

Sabah kışlanın yolunda herkesin başı önde,kimse kimseye ne selam veriyor ne de şaka yapıyor. Binbaşı Yahya onları bekliyordu, karşısında sıraya dizildiler, dilekçelere mühürlerini basıp teslim ettiler. Kumandan tek tek hepsini yanaklarından öperek tebrik etti ve gitti.

Üç gün sonra Binbaşı Yahya yine geldi; "Arkadaşlar" dedi, "evet ben yaptım siz Müslüman oldunuz ama ha deyince Müslüman olunmuyor. Bazı vecibeler var ki bunlar mutlaka yerine gelmeli. Evvelemirde Sünnet-i Şerif şart!"

SIĞI USTA BABA TOPRAĞINA DÖNDÜ

Allah razı olsun kumandan onun da kolayını bulmuştu: Ermeni ustaları katır tavlasında baytar yamaklığı yapan pos bıyıklı Arnavut çavuşa havale etti. Koca bir beylik çadır. Bir yanda katırlar bağlı, öte yanda kuru tahta üzerinde hizmet eratı yatmakta. Bunların yerine ustaları yatırdılar. Arnavut işinin ehliydi. Atları iğdiş ede ede ustalaşmıştı. Olan bitenden habersiz tavla eratı gördükleri manzara karşısında şaşkındı. "Bu yaşa kadar sünnetsiz nasıl dolaşılır, fesuphanallah" çeken çekene.

Baytar yamağı paslı ot makasıyla işini görüyordu. Makasın her yeri gevşemiş, o yana bu yana geve geve güçlükle kesiyordu. Çadırdan sanki salhanede böğürte böğürte sığır kesiliyormuş gibi çığlıklar yükseliyordu.

Sünnet bitince bir asker, kepek-tuz karışımı bir toz bağlayıp bunları taburcu etti. Allahtan hava kararmıştı, kimseye görünmeden apışa apışa yürüyerek evlerine dağıldılar. Yaraları uzun zaman geçmek bilmedi. Bazıları ateşler içinde kavrularak iki-üç ay yattı.

Binbaşı Yahya Ermeni ustaları tehcirden kurtarmıştı.

Sonra mı ne oldu?

Zaralı zoraki Müslümanlardan kimileri, zaman içinde geçmişlerini tamamen silerek Türk-leştiler ya da başka diyarlara göç ettiler, Sığı Usta hariç. Çünkü o tehcir kaçağı iki Ermeni'yi evinde saklarken yakalanmış, sekiz kişilik ailesiyle birlikte Suriye'ye sürülmüştü. Aile yolda beş kayıp verdi. Sığı Usta iki yıl sonra üç kişilik ailesiyle "baba toprağı" Zara'ya geri döndü. Cumhuriyet döneminde burada çoluk çocuğa karışarak kaybolup gitti. Neyse ki oğlu Kirkor Ceylan ileride meşhur bir yazar olarak babasının yaşadıklarını yazdı da "insanın insana" yaptığı bu zulüm saklanamadı.


ANSWER TO LETTER 2

Merhabalar Mehmet:

Sayin Mehmet:

Kilikya hakkında bir ABD koloneli var, ismi Zeidner, The Tricolor Over the Taurus: The French in Cilicia and Vicinity, 1918-1922, bir tez yazmış. Ben onu kullanmışım.

Daha fazla da bir kaç Turkce kitaplar var: Kasim Ener, Cukurova'nin Isgali Ve Kurtulus Savasi; Recep Dalkir, Yigitlik Gunleri.

Dediğim o ki daha araştırma gerekir, ve insani zararlar hakkında araştırma Ankaradakı Genel Kurmay arşivinde, yani ordu arşivinde olmalı.

Ben belki(çünkü daha bilmiyorum) Ankaraya gelirim bir tarihi conferans için. Belki o olursa o sırada gürüşürüz.

Selamlarla,
Kardaşın Garabet